Bu kitap kulübü ne kadar güzel bir şey oldu hayatımızda! Başka yerlerde de olsak, başka şeylerle de uğraşsak, başka dertlerle de boğuşsak; Bize Özel Kitap Kulübü için seçilen kitaplar, yapılan okumalar, okuma sürecindeki paylaşımlar, sırf bunun için ayarlanan buluşmalar... hepsi o kadar mutluluk ve heyecan verici ki. Ve insan sekizinci kitap için yazı yazıyor olunca; düzenin oturduğunu, devamlılığın sağlandığını ve biz kitap okumayı sevdiğimiz sürece (yani sonsuza kadar! :) ) Bize Özel Kitap Kulübü'nün de devam edeceğini gördükçe her şey daha güzel görünüyor.
Okuyacağımız kitapları bu zamana kadar tek tek seçiyorduk ya da "Şimdi şunu okuyalım, bir sonraki de bu olsun." gibisinden yakın dönemlik seçimler yapıyorduk. Fakat bu sefer iş biraz farklı gitti ve Yeni Kitaplar bölümümüzden de görebileceğiniz gibi, şu an okunacak 4-5 kitabımız net, temin edilmiş ve hatta okunuyor durumda. Kitapların kalınlığını ve özellikle benim okuma hızımı düşündüğümüzde Bize Özel Kitap Kulübü 2015'i bu kitapların üzerine en iyi ihtimalle bir kitap daha koyarak kapatır diye tahmin ediyorum, bakalım tahminim tutacak mı :)
İşte bu sene için belirlediğimiz kitaplardan ilk sıraya koyduğumuz Şibumi'ydi. Uzun süre "Trevanian" takma adıyla tanınan; diriyken kendisi, vasiyeti nedeniyle ölünce de mezarı bilinmeyen Rodney William Whitaker'ın okuyanları Go oyununa merak salmaya iten o meşhur kitabı.
Bu arada fotoğraftan da anlaşılacağı üzere, Şibumi buluşmamız çok sürprizli oldu; isme özel ayraçlarımız Çise'nin, kitap sevdalısı kızlarımız Sevcan'ın inceliği ve güzelliği. Ben mi? Buluşmaya sadece kendimi ve kitabımı götürmüştüm :)
Zaten hep dile getiriyorum, kulübün yavaş okuyanı benim. Sevcan da taktik geliştirdi, benim hızıma göre kendini ayarlayıp araya başka kitaplar almaya başladı (burdan da böyle afişe ederim işte!). Çise'yi zaten biliyorsunuz, pata küte bir solukta okuyor, alıp başını gidiyor; ondan sonra da "Bitti bu. Ne zaman konuşacağız. Hadisenize. Siz bitirene kadar unutacağım okuduğumu!" diyor. İşte bu mükemmel uyum içerisinde, Şibumi'yi okuduk ama sanırım daha çok canına okuduk :)
O zaman en baştan başlayalım: Şibumi ne demek?
"... şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli...Hakimiyet peşinde olmayan bir otorite mi? Onun gibi bir şey." (s.84)
Bir sonraki soru: Bu kitap ne anlatıyor?
Bu kitap; hangi ırktan geldiği ve hangi kültüre kendini yakın gördüğü belli, fakat resmi olarak bir milliyeti, aidiyeti olmayan Nicolai Hel'i ve eski bir dosta hissedilen borca istinaden Hel'den talep edilen zorlu yardımı anlatıyor. Nicholai Hel'i farklı kılan özellikleri ve sahip olduğu yetenekler (Go'ya gösterdiği üstün yatkınlık, Go'yu -bir oyundan öte- yaşamına yön veren bir düşünme tekniği ve strateji kaynağı olarak görmesi, bulunduğu ortamdan kendini soyutlayıp her şeyle bütünleşerek deneyimlediği mistik dinlenmeler, çevresindeki titreşimlerden yola çıkarak tetikte kalmasını sağlayan yakın algılama yeteneği, yedi farklı dil bilmesi ve etkin şekilde kullanması gibi), aldığı eğitim, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadıkları ve tüm bu donanımın kendisine getirdiği enteresan kariyeri. Bu kariyerden muzdarip kişi ve kurumların gözünden kendisini ve geçmişini tanımaya başlıyor, devamında az önce bahsi geçen zorlu yardım sebebiyle iki tarafın karşı karşıya gelişine tanıklık ediyoruz.
İki tarafın karşı karşıya gelişine sebep olan olay ve sonrasında yaşananlar, aslında kitabın küçük bir bölümünü oluşturuyor. Nicholai Hel'e ve geçmişine ayrılan bölüm daha kalabalık ve kapsamlı, bu şekilde tarafların karşı karşıya gelişi esnasında okuyucuya gereken altyapıyı iyi şekilde veriyor ve bütünlüğü sağlıyor. Ama her şeyin de kararı makbul, Hel'i tanıdığımız bölümler o kadar kapsamlı ki, biz baydık, Nicholai Hel'den de nefret ettik! Ne mükemmel ötesi bir insanmış meğer, yoksa biz mi kıymetini bilemedik :) İşin şakası bir yana, gelebilecek tüm tepkileri göze alarak diyoruz ki, biz Şibumi'yi sevmedik.
Yazarın kurgu içerisine yedirdiği, bir çoğunu Hel'in düşüncesi olarak verdiği ve Amerika, Arap dünyası, Batılı ülkeler gibi konularda yaptığı yorumlar ve tespitler hoşumuza gitti. Fakat genel olarak, olay örgüsünü zayıf, karakterleri abartılı, kitabı da senelerdir duyduklarımızdan mütevellit biraz şişirilmiş bulduk. Trevanian'ın yeri bilinmeyen mezarında kemiklerini sızlattığımız için üzülmekle birlikte, kitaba ortak puanımız 6.
Ama siz yine de okuyun, biz beğenmedik diye okumazlık etmeyin. Nihayetinde okunmuş ama sevilmemiş bir kitap, hiç okunmamış bir kitaptan yeğdir ;)
""Yeter bu kadar!" dedi. "Öğütler anca öğüt verene yararlıdır. O da vicdanındaki yükü hafiflettiği için. Sen de eninde sonunda kaderinde yazılı olanları ve yetiştirilişinin seni sürüklediği hareketleri yapacaksın. Öğütlerimin senin hayatın üzerinde yaratacağı etki, suya düşen kiraz çiçeğinin nehrin akışı üzerinde yaptığı etkiden fazla olmayacak." (s.112-113)
"Hel ise, tecrübelerinden ötürü, korkaklardan haklı olarak çekinirdi. Korkaklar her zaman için cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı. Bir kere sayıları daha fazlaydı. Sonra, arkadan vururlardı. Vurdukları zaman da kötü vururlardı. Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı." (s.284)
"Geçmiş denilen şey, gelecekten arındırıldığı anda bir yığın önemsiz ayrıntı haline geliyordu. İçinde organik hiçbir şey kalmıyordu. Güçlü olan, acı veren hiçbir şey." (s.455)
İşte bu sene için belirlediğimiz kitaplardan ilk sıraya koyduğumuz Şibumi'ydi. Uzun süre "Trevanian" takma adıyla tanınan; diriyken kendisi, vasiyeti nedeniyle ölünce de mezarı bilinmeyen Rodney William Whitaker'ın okuyanları Go oyununa merak salmaya iten o meşhur kitabı.
Bu arada fotoğraftan da anlaşılacağı üzere, Şibumi buluşmamız çok sürprizli oldu; isme özel ayraçlarımız Çise'nin, kitap sevdalısı kızlarımız Sevcan'ın inceliği ve güzelliği. Ben mi? Buluşmaya sadece kendimi ve kitabımı götürmüştüm :)
Zaten hep dile getiriyorum, kulübün yavaş okuyanı benim. Sevcan da taktik geliştirdi, benim hızıma göre kendini ayarlayıp araya başka kitaplar almaya başladı (burdan da böyle afişe ederim işte!). Çise'yi zaten biliyorsunuz, pata küte bir solukta okuyor, alıp başını gidiyor; ondan sonra da "Bitti bu. Ne zaman konuşacağız. Hadisenize. Siz bitirene kadar unutacağım okuduğumu!" diyor. İşte bu mükemmel uyum içerisinde, Şibumi'yi okuduk ama sanırım daha çok canına okuduk :)
O zaman en baştan başlayalım: Şibumi ne demek?
"... şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli...Hakimiyet peşinde olmayan bir otorite mi? Onun gibi bir şey." (s.84)
Bir sonraki soru: Bu kitap ne anlatıyor?
Bu kitap; hangi ırktan geldiği ve hangi kültüre kendini yakın gördüğü belli, fakat resmi olarak bir milliyeti, aidiyeti olmayan Nicolai Hel'i ve eski bir dosta hissedilen borca istinaden Hel'den talep edilen zorlu yardımı anlatıyor. Nicholai Hel'i farklı kılan özellikleri ve sahip olduğu yetenekler (Go'ya gösterdiği üstün yatkınlık, Go'yu -bir oyundan öte- yaşamına yön veren bir düşünme tekniği ve strateji kaynağı olarak görmesi, bulunduğu ortamdan kendini soyutlayıp her şeyle bütünleşerek deneyimlediği mistik dinlenmeler, çevresindeki titreşimlerden yola çıkarak tetikte kalmasını sağlayan yakın algılama yeteneği, yedi farklı dil bilmesi ve etkin şekilde kullanması gibi), aldığı eğitim, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadıkları ve tüm bu donanımın kendisine getirdiği enteresan kariyeri. Bu kariyerden muzdarip kişi ve kurumların gözünden kendisini ve geçmişini tanımaya başlıyor, devamında az önce bahsi geçen zorlu yardım sebebiyle iki tarafın karşı karşıya gelişine tanıklık ediyoruz.
İki tarafın karşı karşıya gelişine sebep olan olay ve sonrasında yaşananlar, aslında kitabın küçük bir bölümünü oluşturuyor. Nicholai Hel'e ve geçmişine ayrılan bölüm daha kalabalık ve kapsamlı, bu şekilde tarafların karşı karşıya gelişi esnasında okuyucuya gereken altyapıyı iyi şekilde veriyor ve bütünlüğü sağlıyor. Ama her şeyin de kararı makbul, Hel'i tanıdığımız bölümler o kadar kapsamlı ki, biz baydık, Nicholai Hel'den de nefret ettik! Ne mükemmel ötesi bir insanmış meğer, yoksa biz mi kıymetini bilemedik :) İşin şakası bir yana, gelebilecek tüm tepkileri göze alarak diyoruz ki, biz Şibumi'yi sevmedik.
Yazarın kurgu içerisine yedirdiği, bir çoğunu Hel'in düşüncesi olarak verdiği ve Amerika, Arap dünyası, Batılı ülkeler gibi konularda yaptığı yorumlar ve tespitler hoşumuza gitti. Fakat genel olarak, olay örgüsünü zayıf, karakterleri abartılı, kitabı da senelerdir duyduklarımızdan mütevellit biraz şişirilmiş bulduk. Trevanian'ın yeri bilinmeyen mezarında kemiklerini sızlattığımız için üzülmekle birlikte, kitaba ortak puanımız 6.
Ama siz yine de okuyun, biz beğenmedik diye okumazlık etmeyin. Nihayetinde okunmuş ama sevilmemiş bir kitap, hiç okunmamış bir kitaptan yeğdir ;)
""Yeter bu kadar!" dedi. "Öğütler anca öğüt verene yararlıdır. O da vicdanındaki yükü hafiflettiği için. Sen de eninde sonunda kaderinde yazılı olanları ve yetiştirilişinin seni sürüklediği hareketleri yapacaksın. Öğütlerimin senin hayatın üzerinde yaratacağı etki, suya düşen kiraz çiçeğinin nehrin akışı üzerinde yaptığı etkiden fazla olmayacak." (s.112-113)
"Hel ise, tecrübelerinden ötürü, korkaklardan haklı olarak çekinirdi. Korkaklar her zaman için cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı. Bir kere sayıları daha fazlaydı. Sonra, arkadan vururlardı. Vurdukları zaman da kötü vururlardı. Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı." (s.284)
"Geçmiş denilen şey, gelecekten arındırıldığı anda bir yığın önemsiz ayrıntı haline geliyordu. İçinde organik hiçbir şey kalmıyordu. Güçlü olan, acı veren hiçbir şey." (s.455)