4 Mayıs 2016 Çarşamba

Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay

Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor. "Kelimeler, albayım, hangi anlama geliyor?"

Her biri kendi koşturmacasındaki Bize Özel Kitap Kulübü üyeleri, yazdan bu yana fiziksel olarak bir araya gelemeyince, çözümü Çise'nin Türkiye'ye gelişlerinde tek seferde birden çok kitabı değerlendirmekte bulur. Hal böyle olunca, Kafamda Bir Tuhaflık ve Tehlikeli Oyunlar için ortak seansta buluşulur :)

Kafamda Bir Tuhaflık bizim için ne kadar mesafeli yaklaşımlar sergilediğimiz bir kitap olduysa, Tehlikeli Oyunlar o kadar bağrımıza bastığımız bir kitap oldu. Her gün kullandığımız emojilerdeki gibi gözümüzden kalpler çıkarmadığımız kaldı bir tek. Sebebi çok.

En birincil sebep, Oğuzcum Atay elbette.

Bir diğer sebep, Poyrazcım Karayel.

Nasıl mı? Anlatayım.


Aslında her şey Sevcan'ın "Ya Poyraz Karayel diye bir dizi var televizyonda, baya iyi, hem de içinde Oğuz Atay geçiyor, Tehlikeli Oyunlar'dan pasajlar okuyorlar, hoşuma gitti ben kitaba başlayacağım." demesiyle başladı.

Sonra bir baktık, Tehlikeli Oyunlar kendini Bize Özel Kitap Kulübü'nün okunacak kitaplarından biri olarak ilan etmiş, biz de birer Poyraz Karayel fanatiği olmuş çıkmışız.

Tehlikeli Oyunlar, bizde yeri zaten ayrı olan Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'dan sonraki kitabı. Tutunamayanlar'da tanıştığımız Selim Işık'ın yerine Hikmet Benol'umuz var bu sefer. Bir de albayımız. Emekli albay Hüsamettin Tambay.

Hikmet, bir hayat mağduru. Hikmet, belki kendi kendinin mağduru.

"Neden yalnız ben cezalandırılıyorum albayım?" ... "Sen kendini cezalandırıyorsun evladım." "Yani, kimse Hikmet'e aldırmıyor, demek istiyorsunuz." (s.95)

Beni kapıcı yapsalardı, çöpleri dökmeyi ya unuturdum ya da yerlere dökerdim. (s.131)

Bende, insanların sinirine dokunan bir gariplik var. (Alnıma yazılı). (s.131)

Hayallerinde bile korkar mı insan? Hayallerinde bile kadınlar, insanı azarlar mı? Hayallerine bile hükmedemez mi insan? (s.156)

"Elimden başka türlüsü gelmiyor albayım; ortaya rezillikten başka bir şey çıkaramıyorum." (s.257)

Ama yine de, bırakmıyor işin peşini, oyunlar oynamak istiyor. Tehlikeli oyunlar.

"Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor." (s.259)

...çok uzun konuşmalıyım biliyorsun, ben susunca gidersin biliyorum, ben konuşurken kaçanlar da oldu, bana roman yaz diyenler de oldu, hayatım roman olduğu için yazmıyorum, onu ben yaşarken okuyun, ben oyun yazıyorum, bir gün sonraya çıkabilmek için ve güneşin bir gün daha doğmak üzere olduğunu görebilmek için her gün yeni oyunlar icat etmek zorundayım... (s.317)

Haklı. Çünkü;

Ülkemiz büyük bir oyun yeridir. Her sabah uyanınca, biraz isteksiz de olsak, hepimiz sahnenin bir yerinde, bizi çevreleyen büyük ve uzak dünyanın sevimli bir benzerini kurmak için toplanırız. Küçük topluluklar olarak, birbirimizden bağımsız davranarak ve birbirimizi seyrederek günlük oyunlarımıza başlarız. (s.348)

Ben ve benim gibi, kabuslarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan ruh proletaryası, bu dünyadaki yerini ancak büyük oyunun içinde bulabilir. (s.349)


Poyraz Karayel, Behzat Ç.'den sonra, onunla benzer bir kulvarda değerlendirebileceğim ikinci Türk dizisi benim için. Behzat Ç. de bir edebiyat uyarlamasıydı, Poyraz Karayel de gücünün bir kısmını Tehlikeli Oyunlar'dan ve Oğuz Atay'dan alıyor. İlk bölümlerde kitabı doğrudan göstermek ve kitaptan pasajlar kullanmak yoluyla dikkat çektikten sonra, ilerleyen bölümlerde Poyraz'ın hem İsa'ya ödev yazdırdığı bazen hüzünlü çoğunlukla komik tiratlarda hem de ruhen dara düştüğü zamanlardaki (delirmenin eşiğinde gidip geldiği anlar dahil) monologlarında televizyonun ekranında bir Hikmet Benol vardı. Bu arada bilmem söylemem gerekir mi, dizide bir de emekli albay mevcut, emekli albay Cevher Güngören ;)

Poyraz Karayel'i izlerken yakaladığımız ve beğendiğimiz Tehlikeli Oyunlar çağrışımlarını birbirimize haber verdiğimiz gibi, Tehlikeli Oyunlar'ı okurken de "Bariz bir Poyraz var burda" diye altını çizdiğimiz, kenarına gülücükler attığımız satırlar, gözümüzün önünde canlanan sahneler oldu. Tehlikeli Oyunlar'ı ve Oğuz Atay'ı böylesine içselleştirebilmiş ve başarıyla taşıyabilen bir senaryo ve oyunculuk gerçekten takdire değer.

Bir başka takdire değer performans da Seyyar Sahne'nin tek kişilik Tehlikeli Oyunlar tiyatro oyunu. Amatör bir ruhla başladıkları yolda gittikçe profesyonelleşen ve mükemmelleşen oyunu kitapla haşır neşir olduğumuz bir dönemde izleme şansımız oldu Sevcan'la. Tek kelimeyle bayıldık.

Buluşmamızın çok büyük bir kısmını Tehlikeli Oyunlar'a ve altını çizdiğimiz satırlara ayırdık tüm bu yazdıklarımdan anlaşılabileceği üzere, o cümlelerin bizi götürdüğü duygular ve laf lafı aça aça ettiğimiz sohbetle zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. En son Çise'nin "Akşam olmuş ya, benim gitmem lazım, bekliyorlar!" demesiyle azıcık gönülsüzce de olsa dağıldık, zira bıraksalar daha çok konuşurduk :)

Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun istiyorum. (s.23)

Şahsen Hikmet Benol'u Selim Işık kadar sevebildiğimi düşünmüyorum, ama Oğuz Atay'ın hayat verdiği tüm karakterlerinin ve tüm kitaplarının başımızın üstünde her daim yeri var. Keşke ömrü vefa etseydi, daha çok yazabilseydi, "Türkiye'nin Ruhu"nu ve diğer projelerini tamamlayabilseydi.

Karşılığını bulamadığım bütün sözleri söyleyenlerin hepsi ölmeden rahat edemem, anlıyor musunuz? Yoksa, bütün acıları ömrüm boyunca içimde taşırım. (s.16)


"Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? (s.333)

"İnsanlık öldü. Belki de hiç yaşamamıştı. Belki de benim insanlığım diye bir şey yoktu. Ben hücremde yanlış hayallere sürüklenmiştim. Korkaklığımı insanlık sanmıştım. Yalnızlığı insanlık saymıştım." (s.260)