22 Ağustos 2015 Cumartesi

1Q84 - Haruki Murakami

Bize Özel Kitap Kulübü büyüyerek ve çıtasını yükselterek yoluna devam ediyor. Bu seferki okumamız, başladığımızda Instagram'dan da paylaştığım üzere, tam bir "challenge accepted!" vakası idi. Zira kulübümüzün 9. kitabı olarak, pek çok kez Nobel'e aday gösterilmiş Japon yazar Haruki Murakami'nin 1256 sayfalık 1Q84 kitabını devirmiş bulunmaktayız!

Kulübümüze bu kitapla dahil olan, üstelik okumaya hepimizden geç başladığı halde değerlendirme buluşmasına kitabı bitirip de gelen azimli üyemiz Mine'ye bir de buradan hoşgeldin diyoruz ayrıca.


Doğan Kitap sağolsun, Murakami'nin üç kitap olarak böldüğü eseri tek bir cilt olarak bastığı içindir ki; hem yükte hem pahada ağır bu kitabı insan ne yanında taşıyabiliyor, ne istediği rahatlıkta okuyabiliyor (Mesela bu kitabı sırt üstü uzanıp yüzünüze doğru kaldırarak okuyamıyorsunuz, zira kitabın ağırlığı sebebiyle elinizden kurtulup yüzünüze düşme ve suratınızı baya baya dağıtma ihtimali var :) ) Mine'nin azimle yanında taşıyıp plajda okumuşluğu, Sevcan'ın kitabın üzerinde uyuyakalmışlığı, benim de yetiştireyim diye koca kitabı çantamda oraya buraya taşımışlığım ve dışarıda elimde görenlerden "Deli herhalde..." bakışı yemişliğim var yani. Özetle, çektiğimiz zorluklar yeterince açık diye düşünüyorum :) Çise'ye gelince, kendisi tabi ki kitabı yine çok önceden bitirip bizi beklemek zorunda kaldı. Şaşırdık mı? Tabi ki hayır :)

İyi güzel, bir hevesle başladık, bir yere kadar da fena ilerlemedik, amma velakin ki biz bu kitabı da beğenmedik! Önce konusundan bahsetseydin de ondan sonra yorumlara geçseydin dediğinizi duyar gibiyim. 1256 sayfalık kitaba da böyle ağır konuşmak olmayacak ama doğrusu kitabın elle tutulur bir konusu yok ki bahsedeyim!

İşin mübalağası bir yana, Tokyo ve civar semtlerinde kendine sahne bulan kurgu, otuzlu yaşlarına yeni erişecek bir çiftin etrafında dönüyor. İlkokulda iki sene birlikte okuyan fakat birbirleriyle, ikisinin de sonraki yıllarına büyük etki eden bir kış öğleden sonrası haricinde, hiç iletişim kurmamış iki kişi: Aomame ve Tengo. İkisinin de geçmişinde zor zamanlar ağır basıyor ama yine de bir şekilde bu geçmişin örümcek ağlarından kurtulup başka başka yerlerde ve şekillerde tek başlarına birer düzen kurmuşlar. Kendi yağlarında kavrulup giderken ve arada maziye dönerek birbirlerini "Ne yapıyordur acaba? O da beni düşünüyor mudur?" tadında yad ederken işler karışır. Her ikisinin de hayatına farklı yönlerden dahil olan dış unsurlar nedeniyle (ya da sayesinde mi demeli?) adım adım birbirlerine yaklaşırlar.

Yaklaşmasına yaklaşırlar da; daha önce okuduğumuz hiçbir kitapta denk geldiğimizi düşünmediğimiz ölçüde zorlama bağlantılar kurarak, karakteri "Ama bu nasıl olmuş olabilir? Hmmm... Şimdi şöyle bir varsayımda bulunayım... O zaman şöyle düşüneyim..." gibi absürt repliklerle konuşturarak... Bunların yanında, kurgunun merkezindeki çiftle birlikte diğer karakterlerin de aynı kişi tarafından konuşturulduğunun bariz oluşunun verdiği rahatsızlık var. Yani aslında klasik tabirle, yazar hiçbir karakterin bağımsızlığını ilan etmesine izin vermemiş, ipleri sürekli elinde tutmuş, sarkan ipler de biz okuyucuların ensesini kulağını kaşındırmış.

Zorlama bağlantılar konusunu, çok da sürprizbozan vermeden biraz detaylandırmak istiyorum. Kurgu (farkındaysanız "öykü" kelimesinden de itina ile kaçıyorum bu arada) paralel bir evrende geçiyor (1Q84 ismi de oradan geliyor; kurgu 1984 yılında geçiyor, 1Q84 de paralel evreni/zamanı ayırt edebilmek için Aomame'nin kullandığı tabir oluyor) ve bunun yarattığı pek çok tuhaflık kitapta kendine yer buluyor. Aslında bu insanı bir noktaya kadar heyecanlandırıyor çünkü bu tuhaflığın arkasından orijinal ve şaşırtıcı bir şeyler çıkmasını bekliyorsunuz. Tahmin edin? Doğru tahmin, hiçbir şey çıkmıyor. Her şey tuhaflığıyla kalıyor.

Tüm bunlara daha önce on sayfa boyunca anlatılmış bir kısmın yirmi sayfa sonra hatırlatma amacıyla yeniden anlatılması, bir iki cümleyle de değil, on sayfa olmasa da abartısız beş sayfa ile anlatılması; sabırla okunan tekrarların arasında bir ışık yakalayıp tam "İşte bu sefer oluyor, olaylar tırmanıyor!" deyip heyecanlanırken temponun yeniden düşmesi ve bir kez daha tekrarlara gark olmak ekleniyor. Bu da kitabın neden bu kadar kalın olduğunu açıklıyor. Kalın ve sinir bozucu.

Daha ne diyeyim, şunu diyeyim; Bize Özel Kitap Kulübü olarak sana puanımız 6 Haruki efendi, o da ayıp olmasın diye, yoksa masadan daha kötü notlar öneren sesler yükselmedi değil :) Ayrıca anlam veremiyor ve şahsen biraz da üzülüyordum neden aday gösterip gösterip sana Nobel vermiyorlar diye, sanırım biz kulüpçe nedeni anladık :)

1Q84'e ilk başladığım dönemde indirimde görüp Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları'nı da almıştım Haruki Murakami'nin. Aradan biraz zaman geçer, bir şans daha vereyim deyip ben o kitabı da okurum ama sanıyorum kulübümüzün diğer üyelerinin Murakami adını duyunca tutan kaşıntıları uzun süre geçmeyecektir :)

"İnsan bir kafesten kurtulsa bile, çıktığında kendini bulduğu yeni yerin aslında daha büyük bir kafes olması olası mıydı acaba?" (s.251)

"Doğru diye, saf duygularla hareket ediyorsun diye, bu her şeyi yapabileceğin anlamına gelmez." (s.252)

"Ben en çok kendimden korkarım. Ne yapacağımın belli olmamasından. Şu an ne yaptığımı kavrayamamaktan." (s.397)

"Zaman denilen şey insan eliyle yapılacak değişiklikleri en baştan reddedebilecek güce sahipti. Yapılan düzeltmelere karşı kendi düzeltmelerini yapıyor, akışını eski haline getiriyordu." (s.488)

"Ümit olan yerde mutlaka azap da olur. Fakat ümit zayıf, çoğunlukla soyuttur, azap istemediğin kadar zorlu ve genelde somuttur." (s.823)

"Yaşam, en basit haliyle bir dizi anlamsız, bazı durumlarda fazlasıyla gelişigüzel gelişmelerin yaşanmasından öteye geçmiyor da olabilirdi." (s.1133)

31 Mayıs 2015 Pazar

Şibumi - Trevanian

Bu kitap kulübü ne kadar güzel bir şey oldu hayatımızda! Başka yerlerde de olsak, başka şeylerle de uğraşsak, başka dertlerle de boğuşsak; Bize Özel Kitap Kulübü için seçilen kitaplar, yapılan okumalar, okuma sürecindeki paylaşımlar, sırf bunun için ayarlanan buluşmalar... hepsi o kadar mutluluk ve heyecan verici ki. Ve insan sekizinci kitap için yazı yazıyor olunca; düzenin oturduğunu, devamlılığın sağlandığını ve biz kitap okumayı sevdiğimiz sürece (yani sonsuza kadar! :) ) Bize Özel Kitap Kulübü'nün de devam edeceğini gördükçe her şey daha güzel görünüyor.

Okuyacağımız kitapları bu zamana kadar tek tek seçiyorduk ya da "Şimdi şunu okuyalım, bir sonraki de bu olsun." gibisinden yakın dönemlik seçimler yapıyorduk. Fakat bu sefer iş biraz farklı gitti ve Yeni Kitaplar bölümümüzden de görebileceğiniz gibi, şu an okunacak 4-5 kitabımız net, temin edilmiş ve hatta okunuyor durumda. Kitapların kalınlığını ve özellikle benim okuma hızımı düşündüğümüzde Bize Özel Kitap Kulübü 2015'i bu kitapların üzerine en iyi ihtimalle bir kitap daha koyarak kapatır diye tahmin ediyorum, bakalım tahminim tutacak mı :)

İşte bu sene için belirlediğimiz kitaplardan ilk sıraya koyduğumuz Şibumi'ydi. Uzun süre "Trevanian" takma adıyla tanınan; diriyken kendisi, vasiyeti nedeniyle ölünce de mezarı bilinmeyen Rodney William Whitaker'ın okuyanları Go oyununa merak salmaya iten o meşhur kitabı.



Bu arada fotoğraftan da anlaşılacağı üzere, Şibumi buluşmamız çok sürprizli oldu; isme özel ayraçlarımız Çise'nin, kitap sevdalısı kızlarımız Sevcan'ın inceliği ve güzelliği. Ben mi? Buluşmaya sadece kendimi ve kitabımı götürmüştüm :)

Zaten hep dile getiriyorum, kulübün yavaş okuyanı benim. Sevcan da taktik geliştirdi, benim hızıma göre kendini ayarlayıp araya başka kitaplar almaya başladı (burdan da böyle afişe ederim işte!). Çise'yi zaten biliyorsunuz, pata küte bir solukta okuyor, alıp başını gidiyor; ondan sonra da "Bitti bu. Ne zaman konuşacağız. Hadisenize. Siz bitirene kadar unutacağım okuduğumu!" diyor. İşte bu mükemmel uyum içerisinde, Şibumi'yi okuduk ama sanırım daha çok canına okuduk :)

O zaman en baştan başlayalım: Şibumi ne demek?

"... şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli...Hakimiyet peşinde olmayan bir otorite mi? Onun gibi bir şey." (s.84)

Bir sonraki soru: Bu kitap ne anlatıyor?

Bu kitap; hangi ırktan geldiği ve hangi kültüre kendini yakın gördüğü belli, fakat resmi olarak bir milliyeti, aidiyeti olmayan Nicolai Hel'i ve eski bir dosta hissedilen borca istinaden Hel'den talep edilen zorlu yardımı anlatıyor. Nicholai Hel'i farklı kılan özellikleri ve sahip olduğu yetenekler (Go'ya gösterdiği üstün yatkınlık, Go'yu -bir oyundan öte- yaşamına yön veren bir düşünme tekniği ve strateji kaynağı olarak görmesi, bulunduğu ortamdan kendini soyutlayıp her şeyle bütünleşerek deneyimlediği mistik dinlenmeler, çevresindeki titreşimlerden yola çıkarak tetikte kalmasını sağlayan yakın algılama yeteneği, yedi farklı dil bilmesi ve etkin şekilde kullanması gibi), aldığı eğitim, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadıkları ve tüm bu donanımın kendisine getirdiği enteresan kariyeri. Bu kariyerden muzdarip kişi ve kurumların gözünden kendisini ve geçmişini tanımaya başlıyor, devamında az önce bahsi geçen zorlu yardım sebebiyle iki tarafın karşı karşıya gelişine tanıklık ediyoruz.

İki tarafın karşı karşıya gelişine sebep olan olay ve sonrasında yaşananlar, aslında kitabın küçük bir bölümünü oluşturuyor. Nicholai Hel'e ve geçmişine ayrılan bölüm daha kalabalık ve kapsamlı, bu şekilde tarafların karşı karşıya gelişi esnasında okuyucuya gereken altyapıyı iyi şekilde veriyor ve bütünlüğü sağlıyor. Ama her şeyin de kararı makbul, Hel'i tanıdığımız bölümler o kadar kapsamlı ki, biz baydık, Nicholai Hel'den de nefret ettik! Ne mükemmel ötesi bir insanmış meğer, yoksa biz mi kıymetini bilemedik :) İşin şakası bir yana, gelebilecek tüm tepkileri göze alarak diyoruz ki, biz Şibumi'yi sevmedik.

Yazarın kurgu içerisine yedirdiği, bir çoğunu Hel'in düşüncesi olarak verdiği ve Amerika, Arap dünyası, Batılı ülkeler gibi konularda yaptığı yorumlar ve tespitler hoşumuza gitti. Fakat genel olarak, olay örgüsünü zayıf, karakterleri abartılı, kitabı da senelerdir duyduklarımızdan mütevellit biraz şişirilmiş bulduk. Trevanian'ın yeri bilinmeyen mezarında kemiklerini sızlattığımız için üzülmekle birlikte, kitaba ortak puanımız 6.

Ama siz yine de okuyun, biz beğenmedik diye okumazlık etmeyin. Nihayetinde okunmuş ama sevilmemiş bir kitap, hiç okunmamış bir kitaptan yeğdir ;)

""Yeter bu kadar!" dedi. "Öğütler anca öğüt verene yararlıdır. O da vicdanındaki yükü hafiflettiği için. Sen de eninde sonunda kaderinde yazılı olanları ve yetiştirilişinin seni sürüklediği hareketleri yapacaksın. Öğütlerimin senin hayatın üzerinde yaratacağı etki, suya düşen kiraz çiçeğinin nehrin akışı üzerinde yaptığı etkiden fazla olmayacak." (s.112-113)

"Hel ise, tecrübelerinden ötürü, korkaklardan haklı olarak çekinirdi. Korkaklar her zaman için cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı. Bir kere sayıları daha fazlaydı. Sonra, arkadan vururlardı. Vurdukları zaman da kötü vururlardı. Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı." (s.284)

"Geçmiş denilen şey, gelecekten arındırıldığı anda bir yığın önemsiz ayrıntı haline geliyordu. İçinde organik hiçbir şey kalmıyordu. Güçlü olan, acı veren hiçbir şey." (s.455)

22 Şubat 2015 Pazar

Çocukluğun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü

Hep okumayı istediğiniz, bir kitabını okumanın yetmeyeceğini hissederek tüm kitaplarını alıp kütüphanenize koyduğunuz, "Öyle otur kalk okunmaz, gazete mi bu? Özel ilgi ister, duru kafa ister, geniş zaman ister..." deyip okumak için o özel ânı beklediğiniz yazarlarınız var mı acaba? Benim var ve bir tanesi "Türk Edebiyatı'nın gamlı prensesi" olarak anılan Tezer Özlü. Bize Özel Kitap Kulübü'nde bir Tezer Özlü kitabı okumayı çok istedim bu yüzden. Hem başta bahsettiğim o biraz hastalıklı ama edebiyatseverlerin anlayacağından emin olduğum his, Bize Özel Kitap Kulübü ile daha anlamlı ve değerli olsun diye; hem de artık tavan yapan Tezer Özlü merakımı dindirmem gerektiği düşüncesiyle. İşte bu şekilde yazarını benim seçtiğim, kitabına ise birlikte karar verdiğimiz bir okuma daha gerçekleştirdik Bize Özel Kitap Kulübü'nde.

Tezer Özlü'nün ilk romanı (aynı zamanda ilk eseri) olan Çocukluğun Soğuk Geceleri'nde karar kıldıktan sonra, kitabı okumamız açıkçası çok uzun sürmedi. En azından kendi açımdan "özel ilgi - duru kafa - geniş zaman" üçlüsünü sağlayarak sindire sindire okuduğumu, bunun için de normalden fazla zaman ayırdığımı hesaba kattığımızda bile uzun sürmedi. Çünkü Tezer Özlü'nün çocukluğundan başlayarak kendini anlattığı bu kitap sadece 65 sayfa :)

Kitabın inceliğine aldırmaksızın, hatta inceliğini beğenerek diyelim (daha kalın olsa belki değerlendirmemiz biraz farklılaşabilirdi çünkü), bu kitap Tezer Özlü ile tanışmak ve onu anlamaya başlamak için iyi bir fırsat oldu. Çocukluğuna dair anılar ve izler, Avusturya Kız Lisesi'nde okuduğu dönem, gençlik yılları ve o dönemdeki çevresi, Berlin'de kaldığı döneme ilişkin betimlemeler, ilk eşinin bıraktığı izler, evliliğinin öncesinde sonrasında tanımaya çalıştığı diğer erkekler ve elbette klinik yılları... Kısa süren ömrüne damgasını vurduğu belli olan, çeşitli kliniklerde gördüğü psikolojik tedaviler (Anlatısını okurken bile insanı diken diken eden elektroşok tedavileri dahil)... Tezer Özlü bölük pörçük de olsa, daldan dala da olsa, çağrışımlarla oradan oraya gidip sonra geri dönüyor da olsa işte bunları anlatıyor bu 65 sayfalık kitapta. Kendi kendine konuşur gibi. Kimseyle derdi olmadan, "Ben de bunları yaşadım işte n'apalım" dercesine.

Hal böyle olunca üzülmedik değil... Yaşadığı zamanın dışında kalan, ailesi tarafından bile hasta gözüyle bakılan, fakat kendisinin de farkında olduğu dalgalı ruh hali haricinde bize gayet normal gelen Tezer Özlü ile işte böyle tanıştık. Zaten kendisine dair kafamızda oluşan imgeleri biraz daha pekiştirmek, onu daha iyi anlamak için Bize Özel Kitap Kulübü'nde bir Tezer Özlü kitabı daha okumaya karar verdik bile :)

Ayrıca Tezer Özlü'ye niye "gamlı prenses" denmiş? Bir kitabını okumuş olsak da anlamış değiliz; yaşamaya heves duyan, yaşamın varlığının onun için bir numaralı belirtisi olan kalabalık caddelere karşı tutku derecesinde hisler besleyen bir portre çiziyor... Belki bir sonraki kitapta bir cevap bulabiliriz buna, kimbilir?


Son olarak kitaba ortak puanımız: Açık, net ve tartışmasız (Tartışmasız nasıl oldu derseniz, hikmet Tezer Özlü'de herhalde) 9. Evet, biz Tezer Özlü'yü sevdik :)

Altını çizdiğimiz, kenarından işaretlediğimiz, içimizden defalarca okuduğumuz gibi buluşmamızda da sesli okumaktan kendimizi alamadığımız yerlerden birkaç örnekle yazıyı bitirelim.

"Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun."

"Ilık bir yaz sonu havası. İnsanın hem bedenini, hem düşüncelerini okşayan bir hava. Arjantin tangoları dinliyorum. Balkona çıkıyorum. Bu semtte sokaklar çok sessiz. Yazmak istiyorum. Ama her zaman yaşamın günlük hareketliliklerini yeğliyorum. Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum.

"Anlatamayacağım. Bu insanlar "Guguk Kuşu" filmini de, Napolyon'un yaşamöyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa, elimden ne gelir?"

26 Ocak 2015 Pazartesi

Cotta 7

Merhabalar,

Başka bir ülkede yaşarken insan sevdiği yerleri daha bir özenli yazıyor herhalde diyerek başlamak istiyorum bu çok geç kalmış yazımıza ve affınıza sığınıyorum. Cotta 7 isteyerek gittiğimiz bir yerdi. Arayıp bulduklarımızdan, beğendiklerimizden biri. Kitap kulübümüzün de Şeker Portakalı ve Küçük Prens tartışmalarına ev sahipliği yapmıştı. 



Içeri girdiğimizde dış mekanını oldukça rahat ve huzurlu bulduk. Bir alışveriş  merkezinde bulamayacağınız bir rahatlık. Genel hatlarıyla sizi rahat  hissettiren ve gerçekten menü ile ilgili tavsiye verebilen garsonlar bulunmakta. Üstelik de saatlerce otursanız bile zebellah gibi başınızda beklemiyor ama çayınızın bittiğini de kaçırmıyorlar. Küçuk detaylar çok önemlidir benim için. Menü el yazısı ile bir kağıt olarak geliyor ve kendi deyimleriyle 'ansiklopedi gibi degil' ancak oldukça yeterli. Gelelim sahiplerine: Cotta 7 Mutfak Sanatları Akademisi'nde eğitim almış mühendis şefler tarafından açılmış anladığımız kadarıyla. Pek de şahane olmuş zira herhangi bir yerde yiyebileceğiniz patates kızartması, şahane hamburgerinizin yanında trüf yağlı ve parmesan peynirli olarak sunuluyor. Közlenmiş patlıcan çorbası ve balkabaklı çorbası ise  bilemiyorum söylemeye gerek var mı ama leziz. Yani her yerde görmeye alışık olduğumuzdan farklı bir mutfak sergilenmekte. Farklı ve inanılmaz lezzetli. 




Ancak, kitap kulümüzün diğer üyeleri de eminim katılacaklardır, tatlılar bir ayrı güzel. Brownie ve Saksı tatlısı özellikle müptelası olunacak cinsten. Ikisinin de sunumlari çok farklı. Saksı meyvesi içindeki çarkıfelek- beş bıyık derler bizde- meyveli puding sebebiyle ekşi, haşhaş sebebiyle çıtır, pandispanyası ile hafif katkat bir tatlı. Uzerindekiler ise meraklılarına, beyaz çikolata ve nane yaprağı. Garsonun önerisi ile kaşığı dibine kadar daldırıop her katmandan almalısınız. Kesinlikle çok farklı ancak benim gibi hafif ekşi sevenler için müptelası olunacak bir tatlı.. Ikinci şahane tatlısı ise Brownie. Yumuşacık kek, yanında beyaz çikolata ganaş ve üzerinde erimekte olan bitter çikolata parçası ile servis ediliyor. Yemelere doyamıyorsunuz.

Yani sözün özü; Cotta 7 olmuş. Birden çok kere sadece tatlı için gidilmelidir bence

Ps: - Mekan Taurus AVM'nin dışında yer alıyor, arabanızı hemen restoranın dışına park edebiliyor      
        ve fişinizi göstererek ücret ödemeden ayrılabiliyorsunuz.
     -  Fiyatlar ortalamanın biraz üzerinde ancak kesinlikle değiyor.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Bir IKEA Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu - Romain Puertolas

Bize Özel Kitap Kulübü'nün bu seferki kitabını yeni fakat süper adapte üyemiz Sevcan seçti. Onun da bir tavsiye üzerine edindiği kitabın ismi gerçekten evlere şenlik: Bir IKEA Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu! İçerik de en az isim kadar evlere şenlik. Kitabın yazarı Romain Puertolas, isminin okunuşuna ilişkin kelime oyunlarını kitap boyunca sürdürdüğü kahramanı Hint Fakiri Ajatashatru Lavash Patel'in Fransa'daki bir IKEA mağazasında başlattığı macerasıyla, 36 ülkede yayımlanan bir kitaba imza atmış.

Kitabın 36 ülkede yayımlanmasını bir kenara koyarak belirtmeliyim, ki kulübümüzün diğer üyeleri de bu noktada bana katılacaklardır, bu kitap bizim genelde okuduğumuz kitaplardan farklı çıktı; fakat Bize Özel Kitap Kulübü'nün etkisi de kendini burada gösteriyor sanırım. Normalde dikkatimizi ve ilgimizi çekmeyecek bir kitaba Bize Özel Kitap Kulübü bünyesinde şans vererek rutin dışına çıkmak, sonuçta dünyaları başımıza yıkacak bir eylem olmasa gerek :)

Bu açıdan kendi adıma da memnunum bu farklı denemeden çünkü ben bu kitabı okurken pek eğlendim. Bazı noktalarda, kitabın orijinal dilinde anlamlı ve güzel durabilecek yerlerde, çeviri ve kültür/mizah farkı sebepli havada kalmışlıklar elbette mevcut fakat hem yayınevi hem çevirmen bu durumun farkında oldukları izlenimi veriyorlar zaten, o sebeple yapacak çok da bir şey yok. Bazı kısımlarda da, akışın varacağı son kolaylıkla tahmin edilebiliyor ya da akışın istenen o noktaya bağlanması için zoraki hamleler görülebiliyor (hatta bazen "ahh.. klişe!" bile deniyor) ama bu yine de kitaptaki eğlenceli aksiyonu inkar ettirmiyor.

Kitaba ilişkin olarak internette yapılacak küçük bir araştırma ile, kitabın mültecilik konusuna değinmekte olduğu bilgisine rahatlıkla erişilebiliyor. Bu bilgi ışığında bende oluşan beklentiyle aynı yoğunlukta bir karşılığı maalesef bulamadım kitapta ama yine de altını çizdiğim bir iki cümleye burada yer vermek isterim. Kitapta birkaç yerde yakalanan ve hakkının verilmesi lazım gelen doğru ve yerinde tespitlere de bir örnek olacaktır bu cümleler:

"Zira, mültecilerin bile bir onuru vardı. Mallarından, mülklerinden, pasaportlarından, kimliklerinden olmuş halleriyle, onlara kalan son şey de buydu zaten. Onur. Ve işte bunun için yalnız çıkıyorlardı yola, karılarını, çocuklarını almadan. Onları asla böyle görmesinler diye. Onları daima büyük ve güçlü olarak hatırlasınlar diye. Daima."*


Bunun yanı sıra kitabın insanı duygulandıran bölümleri de, değerlendirme buluşmamızda detayları konuştukça "İşte orayı çok beğendim!" diye gülüşerek bağırdığımız yerleri de mevcut. Ama kitabın "mutlu son"a fazla hızlı ulaştığını, öyle ki ayrıntı kaçırmamak adına okurken kendimizi frenlemek zorunda hissettiğimizi de belirtmeliyiz. Genel olarak bakınca pek bizim tarzımıza uygun bir kitap olmasa da; hafif, eğlenceli ve düşünsel efor harcatmayacak bir kitap okumak isterseniz; Bir IKEA Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu'nu size önerebiliriz. Elbette ki yine çekişmeli geçen puanlama seansının ardından bizden bu kitaba çıkan ortak puan ise 6 :) Son olarak bu kitap sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz ki Hint fakirliği gerçek ve saygı duyulması gereken bir meslek!


* İtalik bölüm kitaptan alıntıdır (sayfa 76).