22 Şubat 2015 Pazar

Çocukluğun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü

Hep okumayı istediğiniz, bir kitabını okumanın yetmeyeceğini hissederek tüm kitaplarını alıp kütüphanenize koyduğunuz, "Öyle otur kalk okunmaz, gazete mi bu? Özel ilgi ister, duru kafa ister, geniş zaman ister..." deyip okumak için o özel ânı beklediğiniz yazarlarınız var mı acaba? Benim var ve bir tanesi "Türk Edebiyatı'nın gamlı prensesi" olarak anılan Tezer Özlü. Bize Özel Kitap Kulübü'nde bir Tezer Özlü kitabı okumayı çok istedim bu yüzden. Hem başta bahsettiğim o biraz hastalıklı ama edebiyatseverlerin anlayacağından emin olduğum his, Bize Özel Kitap Kulübü ile daha anlamlı ve değerli olsun diye; hem de artık tavan yapan Tezer Özlü merakımı dindirmem gerektiği düşüncesiyle. İşte bu şekilde yazarını benim seçtiğim, kitabına ise birlikte karar verdiğimiz bir okuma daha gerçekleştirdik Bize Özel Kitap Kulübü'nde.

Tezer Özlü'nün ilk romanı (aynı zamanda ilk eseri) olan Çocukluğun Soğuk Geceleri'nde karar kıldıktan sonra, kitabı okumamız açıkçası çok uzun sürmedi. En azından kendi açımdan "özel ilgi - duru kafa - geniş zaman" üçlüsünü sağlayarak sindire sindire okuduğumu, bunun için de normalden fazla zaman ayırdığımı hesaba kattığımızda bile uzun sürmedi. Çünkü Tezer Özlü'nün çocukluğundan başlayarak kendini anlattığı bu kitap sadece 65 sayfa :)

Kitabın inceliğine aldırmaksızın, hatta inceliğini beğenerek diyelim (daha kalın olsa belki değerlendirmemiz biraz farklılaşabilirdi çünkü), bu kitap Tezer Özlü ile tanışmak ve onu anlamaya başlamak için iyi bir fırsat oldu. Çocukluğuna dair anılar ve izler, Avusturya Kız Lisesi'nde okuduğu dönem, gençlik yılları ve o dönemdeki çevresi, Berlin'de kaldığı döneme ilişkin betimlemeler, ilk eşinin bıraktığı izler, evliliğinin öncesinde sonrasında tanımaya çalıştığı diğer erkekler ve elbette klinik yılları... Kısa süren ömrüne damgasını vurduğu belli olan, çeşitli kliniklerde gördüğü psikolojik tedaviler (Anlatısını okurken bile insanı diken diken eden elektroşok tedavileri dahil)... Tezer Özlü bölük pörçük de olsa, daldan dala da olsa, çağrışımlarla oradan oraya gidip sonra geri dönüyor da olsa işte bunları anlatıyor bu 65 sayfalık kitapta. Kendi kendine konuşur gibi. Kimseyle derdi olmadan, "Ben de bunları yaşadım işte n'apalım" dercesine.

Hal böyle olunca üzülmedik değil... Yaşadığı zamanın dışında kalan, ailesi tarafından bile hasta gözüyle bakılan, fakat kendisinin de farkında olduğu dalgalı ruh hali haricinde bize gayet normal gelen Tezer Özlü ile işte böyle tanıştık. Zaten kendisine dair kafamızda oluşan imgeleri biraz daha pekiştirmek, onu daha iyi anlamak için Bize Özel Kitap Kulübü'nde bir Tezer Özlü kitabı daha okumaya karar verdik bile :)

Ayrıca Tezer Özlü'ye niye "gamlı prenses" denmiş? Bir kitabını okumuş olsak da anlamış değiliz; yaşamaya heves duyan, yaşamın varlığının onun için bir numaralı belirtisi olan kalabalık caddelere karşı tutku derecesinde hisler besleyen bir portre çiziyor... Belki bir sonraki kitapta bir cevap bulabiliriz buna, kimbilir?


Son olarak kitaba ortak puanımız: Açık, net ve tartışmasız (Tartışmasız nasıl oldu derseniz, hikmet Tezer Özlü'de herhalde) 9. Evet, biz Tezer Özlü'yü sevdik :)

Altını çizdiğimiz, kenarından işaretlediğimiz, içimizden defalarca okuduğumuz gibi buluşmamızda da sesli okumaktan kendimizi alamadığımız yerlerden birkaç örnekle yazıyı bitirelim.

"Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun."

"Ilık bir yaz sonu havası. İnsanın hem bedenini, hem düşüncelerini okşayan bir hava. Arjantin tangoları dinliyorum. Balkona çıkıyorum. Bu semtte sokaklar çok sessiz. Yazmak istiyorum. Ama her zaman yaşamın günlük hareketliliklerini yeğliyorum. Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum.

"Anlatamayacağım. Bu insanlar "Guguk Kuşu" filmini de, Napolyon'un yaşamöyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa, elimden ne gelir?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder