Eylül 2015'te yaptığım Hollanda seyahati için yazdığım yazıda şöyle demişim:
"Jordaan bölgesinin ilk başladığı kısım aslında epey turistik bu arada. Çünkü meşhur Anne Frank Huis burada. "Geliyorum." dediğim günden itibaren benimle Anne Frank'in 2.Dünya Savaşı'nda saklandığı ve şimdi müze olarak kullanılan bu evi gezmenin hayallerini kuran Çise'nin hevesi ne yazık ki kursağında kaldı; hem internetten yapılan bilet satışından bir şey çıkaramadık (biletler aylar öncesinden tükeniyormuş meğer) hem de evin önündeki upuzun kuyrukta zaman harcamak istemedik. "Bir dahaki sefere organize olmak üzere" dedik, hem Anne Frank'in günlüğünü okumayı da yetiştirebiliriz böylelikle ;) İşte bizimki de böyle bir hayat, bunlarla mutlu oluyoruz; müze gez, kitap oku, şirin kafelerde kahve içerek hayatı anlamlandır falan. Napıcan? :)"
Bu "Bir dahaki sefere organize olmak üzere" niyetinin üstünden iki buçuk yıl geçtikten sonra, Mart 2018'de, Sevcan'la beraber Çise'yi görmek için Hollanda'ya gittik. Böylelikle hem Anne Frank'in Hatıra Defteri'ni konuşmak hem de Anne Frank'in evini gezmek üzere Bize Özel Kitap Kulübü'nü bu sefer Amsterdam'da toplamış olduk.
Anne Frank'in Hatıra Defteri, konusunu özetlememe gerek olmayacak kadar bilindik bir kitap aslında. Özünde bakıldığında bir genç kızın günlüğü olan bu kitabın bu kadar kült ve kıymetli olmasının nedenini vurgulamak istersem diyebilirim ki;
- günlük tutulan zaman dilimi: İkinci Dünya Savaşı dönemi,
- mekan: olabilecekler öngörülüp Almanya'dan kaçmak suretiyle gelinen Hollanda ve
- Anne Frank: Yahudi asıllı bir ailenin kızı.
Dediğim gibi kitaba bir genç kızın günlüğü olarak başlıyorsunuz. Bir süre sonra dış dünyada olan bitenler, dozu artan ırkçılık hareketleri, Yahudilere getirilen ayrım ve kısıtlamalar Anne Frank'i burnunu kendi dünyasından bir miktar dışarı çıkarmak durumunda bırakıyor. Derken Anne Frank'in "Gizli Oda", "Arka Ev" gibi isimlerle ifade ettiği (isim yayınevine ve çeviriye göre farklılık gösteriyor) yere, babasının ofisinin bulunduğu binadaki gizli kısma taşınıyorlar.
Frank ailesi, Yahudi olmayan dostlarının maddi manevi yardımıyla, bu hapis hayatını yanlarına başka mağdur kişileri de alarak yaklaşık iki yıl boyunca sürdürüyorlar. Anne Frank'in bu süre boyunca hem kendine, hem bu hapis hayatına hem de dışarıda olup bitenlere ilişkin duyguları, düşünceleri, hayalleri, umutları, endişeleri, korkuları üzerine çok şey okuyorsunuz kitapta.
İnsanın içi daralmadan okunabilecek bir kitap olmadığı kesin.
Anne Frank'in hem "büyüyor" olmanın etkisiyle hem de dış dünyadaki gelişmelerin yansımalarıyla zaman içerisinde gösterdiği içsel gelişim, oldukça net şekilde kitapta görülüyor. Bunun yanında, içinde bulunduğu güç koşullara rağmen "kendisi kadar şanslı" olmadıklarını düşündüğü Yahudilere yönelik empatisi ve umudunu korumak adına sergilediği çaba Anne Frank'in en çok etkilendiğimiz ve saygı duyduğumuz yönü oldu.
Bir de Anne Frank Huis'de iki yıllarını ses çıkarmadan geçirdikleri küçücük odaları, Peter ile penceresindeki aralıktan bakarak biraz umut ve enerji bulmaya çalıştıkları çatı katını kendi gözümüzle görünce kitapta anlatılan her şey bizim için çok daha vurucu oldu. Bu etkiyi fotoğraflarla size de aktarabilmek isterdim fakat evin içinde fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Yazıda kullandığım ilk fotoğrafı binanın dışında, diğer ikisini de evi gezmeden önce alınabilen rehberli anlatımın yapıldığı odada çektim.
Yazıyı kitaptan bir alıntıyla bitirmeden önce son söz olarak diyebilirim ki; Bize Özel Kitap Kulübü olarak Anne Frank'in Hatıra Defteri'nin mutlaka okumanız gereken bir kitap olduğunu düşünüyor, bizim kadar abartıp kitap-mekan eşleşmesine girişmeseniz bile yolunuz düşerse Anne Frank Huis'i de ziyaret etmenizi tavsiye ediyoruz :)
"... Ama bu bir şaka değil, bu yüzden de oldukça dramatik. Akşamları hep gözümün önüne ağlayan çocuklarıyla sıra olmuş iyi, masum insanlar geliyor; birkaç herifin yönetmesiyle, dayaktan ve işkenceden neredeyse yerlerde sürünerek, sürekli yürümek zorundalar. Kimseye ayrıcalık tanımıyorlar, yaşlılar, çocuklar, bebekler, hamile kadınlar, hastalar... hepsi, hepsi o trenle ölüme gidiyorlar.
Biz burada ne kadar iyi durumdayız, ne kadar sakin ve huzurluyuz. Yaşanan tüm bu sefaleti, eğer aralarında kendileri için korktuğumuz, yardım bile edemediğimiz, bizim için çok değerli olan kimseler olmasaydı umursamayabilirdik. Çok sevdiğim arkadaşlarım dışarıda herhangi bir yerde bir kenara atılmış veya perişan olmuş haldelerken sıcak bir yatakta yatmakta olduğum için kendimi çok kötü hissediyorum.
...
Ne yaparsam yapayım, diğerlerini, gidenleri düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir şeye güldüğüm zaman ürkerek hemen kesiyorum gülmeyi, neşeli olmanın utanç verici olduğunu düşünüyorum. Peki ama bütün gün ağlamalı mıyım? Hayır, bunu yapamam, bu iç sıkıntısı mutlaka bir gün geçecektir." (s.76-77)