12 Ekim 2014 Pazar

Tol - Murat Uyurkulak

Kitaplığınızda okunmak için uslu uslu sırasını bekleyen kitaplara ve aklınızdaki muhtemel okuma listesine rağmen, bir anda görüp alıp okumaya başladığınız kitaplar vardır ya; bize özel kitap kulübümüzün bu kategoriye giren ilk kitabı, yani ilk bodoslama kitabımız Murat Uyurkulak'tan Tol oldu. Murat Uyurkulak, Gezi sonrası yolunu ayırmış olsa da Afili Filintalar ekibinin tarzını yansıtan bir isim. Fikir ayrılığına düşmüş olsalar da edebi açıdan ismini Emrah Serbes, Murat Menteş, Alper Canıgüz, Hakan Bıçakçı gibi isimlerle birlikte anmak yanlış olmaz sanırım.

Tol intikam demek. Bu kitap da bir intikam romanı. "Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi." diyerek başlayan bir intikamın romanı. İntikama zikzaklar çizen kurgunun içinde azar azar verilen dozla tanık olsak da, bu intikama neyin sebep olduğunu etraflıca öğreniyoruz. Başlarda insanı silkip atan; sonlara doğru daha olay odaklı giden, haliyle hızlanan fakat başlangıçtaki insanı düğüm düğüm eden o kalenderliği aratan bir anlatımla... Çise daha genç fakat kendine 30 yaş bunalımı teşhisi koymasına çok bir şey kalmamış bendenizi daha ikinci sayfada mıhlayan bir paragraf mesela:

"Dünyada varoluşumun bu kadar sorunlu olacağını hiç tahmin etmezdim. Yirmi yaşında, kalıbı, rotası, adı gayet belli bir hayata yazılıydım. Otuz yaşına geldiğimdeyse, bin kapıdan kışlanmış bir tavuk kadar şaşkındım. Ne bir rotam, ne kalıbım, ne de adım kalmıştı artık. Bildiğim, öğrendiğim hiçbir şeyden emin değildim. Ağzımı araladığımda, dudaklarım yuvarlaklaşıp bir balık misali ağır ağır açılıp kapanıyor, beynimde cümle fikrimi felç eden sıcak, koyu sıvılar dolaşıyordu. Oysa yaşlandıkça, en azından birkaç şeyden emin olması gerekmez miydi insanın?"


Tüm kitap boyunca böyle sağlam cümleler, paragraflar arasında ilerlemeyi umut ederken hikaye birden çoğalmaya, iç içe girmeye, zikzaklar çizmeye başlıyor. Öyle ki bazen ipin ucu kaçacak gibi oluyor, bazen tek bir kelimeyle her şey tekrar bir araya toplanıyor. Çise'nin de bu konudaki serzenişi üzerine kendime görev bildim ve kitabın analitik resmini aşağıdaki gibi çizdim :)




Çise kitabı sevmediğini oldukça net şekilde ifade etti, ben ondan bir tık daha olumlu noktadayım ama sadece bir tık, daha fazlası değil. Bunun sebebinin de kitaptaki karakterlerin ne kendi hayatımda ne de okumayı tercih ettiğim kitaplarda rastladıklarımdan olmaması, bana hayatlarını "Vakit:1 - Tavuk:0" ya da "Hayat:5 - Balık:0" diye tanımlayabilen insanları daha onların tarafından görmemi sağlaması olduğunu düşünüyorum. Fakat Çise'yle bariz ortak bir fikrimiz var ki, burdan tüm doğum günü hediyecilerine de selam ederiz: "Benim yıllarımı paketlemeyin ulaan, bırakın dağınık kalsın!"*


* Tüm italik bölümler kitaptan alıntıdır.

Martin Eden - Jack London

Çise'yle kitap kulübü faaliyetlerimize devam ediyoruz. Bu seferki kitabımız Çise'nin seçimi: Jack London'dan Martin Eden. Çise bu kitabı kitap kulübü fikrinde mutabık olduğumuz ilk anlarda seçmişti zaten, ama bu kitap için en iyi çeviriyi bulmamız gerekiyordu, bu da zaman istiyordu. Yaptığımız araştırmalar sonunda İletişim Yayınları'nın Martin Eden baskısında karar kıldık ve mutluyuz ki pişman olmadık. (Daha önce de bahsettiğim üzere orijinal dili Türkçe olmayan eserlerde çeviri çok önemli bir faktör ve özellikle klasikler çeviri katliamına en maruz kalan eserler.)

Martin Eden; otobiyografik öğeler barındıran bir Jack London romanı. Roman, yazar olmak için inanılmaz bir azim gösteren genç bir denizcinin, anlatımda ruhsal ve zihinsel yönü ağır basan serüvenini içeriyor. Yoksul işçi kesiminin bir üyesi olan Martin; okumak ve güzelliklere gark olmak konusunda aşırı heveslidir. Bir kavgadan çekip kurtardığı genç adam sayesinde tanıştığı genç kız ve aristokrat kesim, Martin'in heveslerinin tutkuya ve çılgınca bir çalışma azmine dönüşmesine neden olur. Başlarda okumak ve kültür sahibi bir insan olmak için çırpınırken zamanla yazmaktan başka bir düşüncesi kalmaz. Öyle ki yeri gelir aç kalır ama para kazanmak için bir işe girmesi söz konusu bile edilemez; çünkü böyle bir şey yazma eyleminden çalacağı zaman ve çaba demektir. Aynı şekilde uyumak bile Martin için bir külfettir; -dört saatlik bile olsa- uyku, 24 saatin tamamını yazmaya ayırmasına engeldir. Böyle bir bakış açısıyla ve çevresindeki (hem işçi kesiminden hem de aristokrat kesimden) insanlara göre hastalıklı bir motivasyonla çabalayan Martin, oldukça sancılı ve insanın iflahını kesen bir sürecin sonunda başarıyı yakalar. Fakat artık bu başarı ne kadar anlamlıdır Martin için? Zira köprünün altından çok sular akmıştır. Başarının beraberinde getirdiği şeyler artık Martin'e çok yavan gelmektedir.

Yaptığımız değerlendirme sonunda kitabı sevdiğimize karar verdik :) Böyle söylüyorum çünkü ben okuma sürecinde bir yerden sonra sürekli söylenme halindeydim ve sonunda bir yerde (Martin'in girdiği çaresizlik döngülerinden birinde) isyan bayrağını açtım. Martin'i yazma tutkusunda ikimiz de anlayabiliyorduk fakat Çise Martin'e benden daha fazla sevgiyle yaklaştı açıkçası. Bu sayede beni sakinleştirip kitabı bitirmem için epey destek sağladı. Bitirince daha iyi anladım ki isyanımın romana değil de ana karaktere olması, aslında romanın gerçekçilik konusunda ne kadar başarılı olduğunun göstergesi. Yüz yıl önce düşünülmüş bir kurgudan bahsetmekte olduğumuzun da bir kez daha altını çizmek isterim bu noktada. Ayrıca bu vesileyle görüyorsunuz ki roman kahramanlarıyla bile kavga edebilirim :)


Martin Eden olsun, diğer eserleri olsun (Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş en bilinenleri), mutlaka bir Jack London romanı okumanızı tavsiye ediyor; resmen pazarlık yaparak kitaba verdiğimiz notla yazımı bitiriyorum: 10 üzerinden 8.25 :)

Peri Gazozu - Ercan Kesal

Tüm nemrutluğuma rağmen büyük bir inat ve ısrarla yanımda olmaya devam eden insanlar var. İnsanı yüklerinden arındırıp hafifleten hatta şımartan türden, pek güzel insanlar bunlar. İşte bunlardan biriyle, sevgili Çise'yle daha da şımaralım istedik ve kendimize "bize özel" bir kitap kulübü kurduk. Fikir klasik olsa da bizim durumumuza göre çok mantıklı bir noktadan hareketle yürürlüğe konduğu için, hele bir de büyük bir heyecan ve istek bu harekete eşlik ettiği için, iş gayet ciddi. "Bizim durumumuza göre" kısmına biraz açıklık getirmek istiyorum öncelikle. Çise de ben de edebiyatı, tiyatroyu, sinemayı, velhasıl ucundan kıyısından bulaşabildiğimiz türlü sanat dalını hayatımızın en büyük anlamlarından addediyoruz. Okumadan ve yazmadan zaten duramıyoruz. Ne zaman bir araya gelsek, hiç şaşmadan kendimizi kitaplar, filmler, oyunlar, performanslar, konserlerle dolu kocaman bir sohbetin içinde buluyoruz. Konuşmaktan ve gülmekten çenemiz yoruluyor. Hal böyle olunca, birlikte kitap okumak, kitaptan yola çıkıp hayattan konuşmak (bunda inanın hiç zorlanmıyoruz zaten), birbirimize yeni şeyler öğretmek (Çise bu konuda kesinlikle daha başarılı) karşı konulamaz derecede mantıklı ve heyecan verici bir fikir oluverdi.

İlk kitabımızı okuduk ve değerlendirme buluşmamızı da gerçekleştirdik bile. Bu yazı da bunun üzerine yazılıyor zaten Çise'nin de izniyle. İlk kitap benim seçimim oldu: Ercan Kesal'dan Peri Gazozu. Normalde dikkatimi çekecek türden bir kitap değildi ama takip ettiğim edebiyat çevrelerinde samimi dili ve naif öyküleriyle büyük beğeni topladığı için ben de bir şans verebileceğimi düşündüm. Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminde tanıştığım ve aslında 25 yıllık bir tıp doktorluğu geçmişinin ardından sinemada boy göstermeye (hatta yıldızlaşmaya) başlayan Ercan Kesal; çocukluğu, annesi ve babasıyla ilişkisi, doktor olarak hizmet verdiği Anadolu'da karşılaştığı insanlar, hayatlar ve olaylar çerçevesinde bir anı-kitap olarak hazırlamış Peri Gazozu'nu. Hatta Çise'nin fark ettiği üzere, yazar bazı bölümleri önceki gazete yazılarından derleyerek kitaba dahil etmiş. Her bölümde belli bir başlık/konu altında bir araya getirdiği anekdotlarla oluşturmuş kitabını. Bu anekdotlar ki, kimisi bir oğlan çocuğunun belleğinden dökülen naif birer anı, kimisi bir hekimin gittiği ölüm tespitinde öğrendiği (bu toprakların hala kanayan yarası olmaya devam eden, edebilen) acı birer hikaye ya da gördüğü yanlışları dile getirmekten çekinmeyen ve kim olursa olsun "artık insan olmaya" davet eden bir aydının telkinleri. Kitabın hatırata dayalı içeriğinde kurgu desteği olabileceğini de düşündüğümüzü söylemeden geçmeyelim ama yine de biz "bize özel kitap kulübü"nün iki üyesi olarak, Peri Gazozu'nun bir nebze insan olabilenin içine işleyecek şeyler barındıran bir kitap olduğunu düşünüyoruz sevgili okur.

Kitapta beğendiğimiz cümleler, üzerine konuşmak istediğimiz bölümler, laf lafı açarken kendimizi içinde bulduğumuz meseleler derken akşamı ettik. Kulübümüzün ilk kitabının bizde bıraktığı tortulardan ve Ercal Kesal'ı tanımış olmaktan memnun şekilde evlerimize dağılırken, notumuzu da verdik: 10 üzerinden 7 :)